Giriş
Jean Baudrillard ile Marshall McLuhan, 'kitle iletişim araçları' hakkında çarpıcı görüşler ortaya atmış, kuramlarıyla döneme damgasını vurmuşlar ayrıca yapmış oldukları analizlerle günümüze de ışık tuttuklarını idrak edebiliriz.
Baudrillard, medyanın; gerçeğin üstünü kapattığını ve kendi gerçeğini yarattığını böylece simülasyon evrenin ortaya çıktığını iddia etmiştir. McLuhan ise sürekli gelişen kitle iletşim araçlarının zaman ve mekan kavramını ortadan kaldırdığını, dünyanın küresel bir köye dönüştüğünü ve bu iletişim çağında 'mesaj' kavramını yitirip 'aracın' mesajın kendisi haline geldiğini dile getirmiştir.
Bu iki kuramcı araştırmalarını 20. yüzyılda yapmıştır. 21. yüzyıl dünyasında, bu tezlerin ne denli isabetli görüşler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira; telekomünikasyonun gelişmesi sınır kavramını ortadan kaldırdığı, özel hayata erişebilirliğin ortaya çıktığı, medyanın gerçekleri çarpıtıp kendi gerçeklerini topluma empoze ettiği farkına varılması gereken bir husus haline gelmiştir.
Marshall ve Jean, genellikle medyanın farklı rolleri üzerinde durdu. Ancak bu iki görüşün birbirini nasıl tamamladığını analiz edebiliriz. Böylece medyanın toplum üzerindeki etkisi ve konumunu daha iyi teşhir etmiş oluruz.
Jean Baudrillard'ın Medya Analizi
Baudrillard’ın ifadesiyle, "bizler “hiper-geçekliğin” etkisi altına girmiş, her şeyin simülasyon tarafından saydamlaştırıldığı, “hipergerçek” bir dünyada yaşıyoruz." Gerçekliğin kapitalizm ve kitle iletişim araçları tarafından emilerek, başka bir gerçekliğe, hiper gerçekliğe dönüştüğünü savunur. Bu durumda gerçek olanla olmayan arasındaki ayrım kalkmıştır, bunun yerini simülasyon ve simülakrlar almıştır.
Baudrillard, kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılan kültürün satın alma kültürü olduğunu düşünür. Ona göre, mesajın eleştirel yanı kitle iletişim araçları ile birlikte yok edilmektedir. Mevcut toplumsal düzeni de değiştirme gücüne sahip olan bu iletişim araçları, makul bir vaat ve ilgi çekici mesajlarla kitlenin katılımını sağlar ve yönlendirir.
Üretimin, rasyonel bir etkinlik olmadığını ileri sürdü. Tüketicinin reklam vb. yollarla aldatılmasını; göz boyayıcı bir oyun olarak yorumladı.
Gerçekle sanal arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Mesajın anlamının üretilmesi yerine anlamın sahneye konulması kavramı birbiri içinde evrilmektedir. Baudrillard’a göre burada bir anlam simülasyonu oluşmuştur. Aslında simülasyon evreninde anlam kaybolmuştur. Kitle iletişim araçlarından kitlelere aktarılan mesaj, kitlelerin anlam yokluğu ile yüzleşmelerini engellemektedir.
Gerçeklik haber için en önemli öğelerden biridir. Yüz yüze iletişimde çevremizdeki insanlara ilişkin bir haber duyduğumuzda edindiğimiz bilgilerin gerçekliğini sorgularız. Gerçekliğine ikna olduğumuz, inanmak istediğimiz bilgileri gerçek, inanmadıklarımıza ise söylenti, dedikodu olarak değerlendiririz. Fakat işin içine bir kitle iletişim aracı girdiğinde karşımıza yeni bir gerçeklik kavramı çıkmakta. Öncelikle böyle bir ortamda karşılaştığımız gerçeklik, kendi gördüğümüz ve duyduğumuz ya da yakınlarımızın süzgecinden geçen gerçeklikten çok farklıdır. Çünkü bu kez algıladığımız gerçekliği kendi yöntemleri, sınırlılıkları ve güçleri izin verdiği ölçüde bize aktaran, bir kitle iletişim aracıdır. Televizyon teknolojisini ele aldığımızda, haber değeri olan herhangi bir gerçekliğin çıplak gözle algılanması ile bu gerçekliğin televizyona yansıması arasında önemli farklılıklar oluşur. Bizler herhangi bir olayı çıplak gözle izlerken ve dilediğimiz açıdan olaya bakma özgürlüğüne sahipken, aynı olayın televizyondaki yansıması, kameramanın seçtiği açı ile sınırlıdır. İşte kameramanın seçtiği bu açı, onun yaşanan bu gerçekliğe kattığı yorum olarak kabul edilebilir. Bu nedenle, çıplak gözle görünen gerçeklikle, ekranda izlenen gerçeklik arasında farklılıklar vardır. Ekranlarda izlenen salt gerçeklik değil, kurgusal gerçekliktir. Televizyon haberlerinde izlenen gerçekliğin biçimlendirilmesinde rol oynayan sadece kameraman değildir. Ekranda izlediklerimiz, çekimler arasından seçilmiş, ayıklanmış, ses ve görüntü efektleriyle süslenmiş ve üzerine metin eklenmiş iletilerdir. İşte haberin çekilmesinden ekrana yansıtılmasına dek izlenen süreçte gerçekleşen tüm müdahaleler, gerçekliğin yeniden biçimlendirildiğini göstermektedir.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, algıladıkları ve gördükleri dışında bir gerçeklik olduğuna inanmak istemez, bu da medyanın işini kolaylaştıran en büyük etkenlerden biri. İnsanları ikna etmek o kadar zor olmuyor. Çünkü insanlar, sorumluluktan kaçmak istiyor, eğlenmek istiyor, unutmak istiyor. Siz hakikati sunmak isteseniz bile ne kadar kişinin isteyeceği gerçekten şüpheli.
Simülasyon adlı birçok şeyin kökünden yerinden oynatıldığı devasa süreç içerisinde televizyon büyük bir role sahiptir. Reality Show’lar, haberler, stüdyolar birer hiper gerçek yutturmacanın sahneleri gibidirler. Örneğin 1971 yılında Amerikan televizyonu bir Amerikalı ailenin/(Loud ailesi) günlük yaşamını kaydetmek için evlerinin her köşesine kameralar koyup yedi ay aralıksız çekim yaparak bir TV programı sunmuştur. Bu olay daha sonraları Bu Türkiye’de de yapımı gerçekleştirilen Biri Bizi Gözetliyor formatındaki programlara oldukça benzemektedir. Aradaki fark bir tarafta Loud ailesinin yaşamına kameralar yerleştirilirken, diğer tarafta kameralardan oluşan bir eve yaşamların yerleştirilmesidir. Başka bir deyişle işlem bir bakıma tersine dönmektedir. Zaten simülasyon bütün işlevsellik ve nedensellikleri tersinir kılma gücüne sahiptir. Yapımcılara göre Loud ailesi deneyindeki amaç gerçek bir yaşamın kaydedilmesidir. Ancak bu mümkün olamaz, çünkü her yerde kameraların bulunduğu evde bu aile ‘sanki biz orada değilmişiz gibi’ davranamaz. Bu sanki Loud ailesi oradaymış gibi sözüyle aynı anlama gelmektedir. Daha sonraları Truman Show adlı film de benzer bir yaklaşımla yapılmıştır. Evi zannettiği televizyon stüdyosu aynı zamanda Truman’ ın gerçek zannettiği bütün yaşamını hiper gerçek yapar. Loud ailesinde de, BBG ’de de Truman Show’ da da aynı şeyi gözlenir: anlamsız olana aşırı anlam yüklemek. Amaç gerçeğe saplantılı bir biçimde yaklaşma arzusudur. Bu arzu sonucunda gerçek artık yok edilmiş yerini simülakrı almış ve çekimler tamamlandıktan sonra Loud ailesi dağılmıştır. Loud ailesi yaşamları kaydedilip televizyonda gösterilmeden yaşayamayan bir ailedir. Bu program bir ailenin yaşamının kaydı olmaktan çok bir kurban törenidir.
Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.
Körfez savaşının gerçekte yaşanmadığı bir simulakr olduğunu tezini de Baudrillard ortaya atmıştır:
“'Savaş kan ve dehşet görüntülerinin olmadığı bir reyting oyunu haline dönüşmüştür. Öyle ki, akşam işten evlerimize geldiğimizde yemeklerimizi yedikten sonra bacaklarımızı sehpaya uzatıp çaylarımızı yudumlarken, dizinin devamını seyreder gibi sakin ve o rehavetle bugün savaşta ne oldu bakalım bir dediğimiz bir duruma dönüşmüştür. Acıları duyumsamadığımız, empatiden yoksun kaldığımız, iliştirilmiş (sözde) gazetecilikle gerçekleşen haberlerde haber niteliği taşıyan bir şey yoktur. Artık haberler de savaşlar da sadece simülasyondur. Parlayan ışıkları savaş diye seyreden bizler, savaşın çok uzağındaymış gibi gece kameralarıyla çekim yapan yeşil ekranda; koşan askerleri görürüz sadece. Bu sahnelerde ölen siviller yoktur, çocuğunu kaybeden babanın ağlamasını haberci çekemez. İşte bu yüzden savaşlarda gerçekliğini yitirmiş durumdadır. Sadece simülasyona dönüşen ‘bu savaş’ diye izlettirilen ve izlediğimiz savaşlar söz konusudur. Bizler bu simülasyona gerçek diyoruz. Bizim gerçeğimiz simülasyonla yer değiştirmiş durumdadır. Gerçek çoktan yerini simülasyon alanına devretmiştir.”
Baudrillard'ın, medya araştırmalarında genel olarak vardığı sonuç: Medya bir gerçekliğin yansıması olarak başlar, gerçekliği çarpıtır, olmayan şeylere inandırır ve bir süre sonra kendi gerçekliğini yaratarak gerçekliğin kendisi simülakrı olur.
Marshall McLuhan'ın Medya Analizi
Kanadalı iletişimci Marshall McLuhan 1960’larda “Küresel Köy” (global village) kavramını kullanarak; kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle dünyada herkesin olup biten olaylardan haberdar olacağını ve toplumların giderek birbirlerine benzeyeceğini ifade etmiştir. McLuhan ayrıca insanlık tarihinin aslında kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle belirlendiğini ve dönemlere ayrıldığını da iddia ederek teknolojinin nedenli belirleyici olduğunu vurgulamıştır.
McLuhan, “Araç Mesajdır” (The Medium is the Message) adlı kitabını yayınlayarak bir anda üne kavuştu. Teknolojinin değeri, geleneksel anlamda nasıl kullanıldığı ile biçimlendirilirken bu eserde aracın gerçek içeriğin kendisi olduğu anlatılmıştır. McLuhan’a göre araç, insanın uzantısıdır. Verilmek istenen mesaj araç ile şekillenir. Örneğin bir hikayenin sözle anlatılması, sahnede oynanması, bir radyodan aktarılması veya televizyonda sergilenmesi o hikayenin ilettiği mesajı alan kişi tarafından farklı anlamlar kazanır.
McLuhan'a göre her yeni iletişim teknolojisi hiç farkında olmasak da dünyayı başka biçimde algılamamıza yol açar.
McLuhan: “Şunu unutmamak gerekir ki, anlamak, algılamak ve adlandırmak insan zihinsel sürecinin bir sonucu olmaktan çıkmış ancak elektronik sistemlerin ve dolayısıyla teknolojinin gelişmesiyle birlikte insan kendi vücudundan çıkarak bu elektronik dünyanın bir uzantısı haline gelmiştir.” Bilgisayar, TV, Internet gibi araçlarla birlikte normal algının elde edemeyeceği uyarıcıları teknoloji ile elde etmeye başlamıştır. Bu durumu bir kazanım olarak algılayan insanlık neyi kaybetmiştir? Bu sorunun cevabı nettir aslında; insanlık kendi gerçekliğini kaybetmiş ve teknolojinin ideolojisinin ve politikasının kurbanı haline gelmiştir.
Sonuç itibariyle McLuhan’ı ilgilendiren, ekranda gösterilen aksiyon veya hadiseler değil, bilakis televizyonun seyircide meydana getirdiği algı hareketidir. Sinema seyircinin katılımı filmi sessizce seyretme biçimindedir. Oysa televizyon seyircisi, içerik yoğunluğunun az olması dolayısıyla televizyon görüntüsünü belirli bir biçimde tamamlamaya ve sonuçlandırmaya, bir başka deyişle resmi tamamlayıp parantezini kapatmaya davet edilir. Bu resmi tamamlayıp parantezi kapatma işlevi, televizyonun kendine özgü bir medyum olarak, program içeriklerinden bağımsız biçimde algılayıcısını gerçekleştirmeye zorunlu kıldığı bilişsel bir operasyondur. Mevcut haliyle devam ettiği sürece, seyircinin kendisini televizyon tarafından sunulan tecrübe formlarına uydurmak zorunda kalacağını öngören McLuhan, televizyona karşı durabilmek için, panzehir görevi üstlenebilecek başka bir medyaya, örneğin yazılı metinlere geçmeyi tavsiye etmektedir.
Sonuç
“Medya çağı, bir Gösteri Çağı”dır. Gösteri çağıysa, ideolojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatin imaja yenik düştüğü, her şeyin eğlenceli bir biçimde sunularak içeriksizleştirildiği, müthiş bir enformasyon bombardımanının insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, hafızanın kaybolduğu, algılama ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemdir.
Tüm bu analizler sonucunda vardığımız nokta; egemen güçler, siyasi iktidar ve içinde bulunduğumuz kapitalist sistem tarafından, hakikat olanın yok edildiği ve yerine yenilerinin inşa edildiğidir. Olduğunuz yerde kaldığınız sürece, tüm gördükleriniz, bir kurgunun fazla ötesine gidemeyecek öykülerdir. İki boyutlu ekrandan çok boyutlu bir savaşı, katilinin ağzından bir cinayet hikayesini ne kadar doğru anlayabiliriz?
Sadullah Necip UZUN / İstanbul Üniversitesi
Basın Ahlâkına Dair